Masonluğun kısa tarihçesi
Öncelikle Masonluğu kavramsal ve kurumsal olarak ikiye ayırmakta yarar var.
Kavramsal
zenginliğimiz; soru soran, yanıt arayan ve bulduğuyla yetinmeyip hep
gelişimden yana çaba gösteren eski bilgeler kadar uzak geçmişlere
dayalı. Masonluk insanlaşma sürecinde yok olmamış, ayakta kalabilen
kültürel zenginliklerden payını almaya çalışmış. Kendi yapılanmasında
insanca gelişim sürecinin kültür zenginliklerini kullanmış. Bunu
yaparken de, “tüm insanların barış ve mutluluğu” amacıyla uyumlu olması
dışında, hiçbir ayırım gözetmemiş. Bu yönüyle Masonluk, binlerce yıllık
insanca var oluş arayışının bir sonucu ...
Kurumsal
geçmişimiz ise, büyük binaları yapan usta, kalfa ve çırak birlikleri
ile tarih sahnesinde yerini almış. Özellikle Ortaçağ Avrupası’nda, dev
katedralleri inşa eden yapıcı mason (duvarcı ustası) topluluklarına
tam bir çalışma, örgütlenme ve seyahat özgürlüğü tanınmış. Rönesans ve
reformasyon sonrasında katedral yapımları azalmış. Birlikteliklerini
koruyan ama işleri azalan yapıcı mason topluluklarının arasına, o çağın
aydınları da karışmış. Bina yapım çalışmaları, düşünsel çalışmalara
dönüşmüş. Kardeş sofralarında her şeyi akıl, bilim ve bilgelik
doğrultusunda tartışır olmuşlar.
Önceleri, o
günlerdeki göreceli özgürlük ortamı nedeniyle, kurumsallaşmanın adresi
İngiltere olmuş. On sekizinci yüzyılın başlarındaki kurumsal kimlik
arayışını, Aydınlanma Çağı’na giden yolda çeşitli Avrupa ülkeleri de
benimsemişler. Değişik ülkelerdeki masonca çalışmalar, ulusal mason
örgütlerinin kurulmasına yol açmış. Masonluk Aydınlanma Çağı’nın itici
güçleri arasında yerini almış.
Çırak, kalfa ve
üstat dereceleriyle yetinmeyen masonlar, yeni dereceler oluşturup
sistemi 1-3 ve 4-33 olarak iki farklı ve bağımsız örgütlenmede
geliştirmişler. Öte yandan, İngiltere’deki ilk örgütlenmenin ortaya
koyduğu geleneklerin değişmezliğini benimseyen “Muhafazakar Masonluk”
ile, bağımsız ulusal örgütlerde evrimsel doğrultuda değişime açık
olmanın yandaşı “Özgür Masonluk” tarihsel süreçte farklı yollar
izlemişler...
İlk Osmanlı
masonu olarak 1730’larda Paris elçisi olan Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin
oğlu Sait Çelebi’yi görüyoruz. Önceleri Osmanlı topraklarındaki
yabancılar arasında bulunan masonlar, bir araya gelerek localar
kurmuşlar. Bu locaların çalışmalarına Osmanlılar da katılmaya
başlamış. Bir yandan yurt dışında mason olan Osmanlı aydınları, diğer
yandan da Osmanlı topraklarında çalışmakta olan yabancı localara önde
gelen yöneticiler, sanatçılar, yenilikçiler ve aydınların katılımı,
Masonluğun Osmanlı topraklarında yayılmasını sağlamış. Mason olan
Osmanlılar arasında şeyhülislamlar, müftüler, paşalar, şairler,
vezirler, veziriazamlar olduğu gibi, veliahtlar da var. Bunlardan biri
olan Veliaht Murat Efendi, V.Murat adıyla kısa bir süre padişahlık da
yapmış. İlk Ulusal Mason Örgütü, 4.-33. derecelerin yönetimi için 1861’de resmen kurulmuş. Sultan
Abdülhamit döneminde yabancı masonların çalışmaları desteklenmiş ama
Osmanlı Masonlarına göz açtırılmamış. Çareyi çalışmalarını tatil
etmekte bulan Osmanlı Masonluğu, Meşrutiyet sonrası 1909’da hem 4.-33.
hem de 1.-3. dereceleri yönetmek üzere iki ayrı, ulusal ve yasal örgüt
kurarak toplumda yerini almış. Biz bu çalışmada sadece kendi yönetim
çevremize giren ilk üç dereceye ilişkin aktarımlarda bulunuyoruz.
Türk Masonluğu’nun temeli “Özgür Masonluk” doğrultusunda atılmış. 1923-
1935 yılları arasında Türk Masonluğu çok hızlı gelişmiş. Devlet
yöneticileri, toplum önderleri, Atatürk devrimlerinin yılmaz
savunucuları arasında pek çok mason görüyoruz. 1932’de İstanbul’da, 28
ülkenin mason kuruluşlarını temsil eden yöneticilerin katılımıyla
uluslararası bir toplantı da yapılmış. Tüm gazetelerin ilk sayfalarında
yer alan bu önemli olay nedeniyle Atatürk’e bağlılık telgrafı çekilmiş
ve Ulu Gazi’nin memnuniyet mesajı alınmış. Genç Türkiye
Cumhuriyeti, Osmanlı’dan kalma, Avrupa’dan ithal ya da gelenekçi
kuruluşlar yerine kendi özgün kurumlarını yaratma sürecinde,
Halkevleri’ni sosyal aydınlanmaya yönelik bir model olarak ortaya
koymuş. 1935’te, CHP’nin altı okuna da yansıyan masonca ilkelerin
Halkevleri tarafından yaşama geçirilmekte olması yeterli bulunmuş;
masonlar çalışmalarına ara vermişler.
1950’lere
gelindiğinde masonlar tamamen yasal olarak çalışmalarına yeniden
başlamışlar. Bu kez de “gelenekçi-özgürlükçü”, “muhafazakar- liberal”
gibi farklı yaklaşımlar masonlar arasında ayrılıklara neden olmuş.
Bunun sonucunda, 1968’de, 1700’lerdeki kuruluş ilkelerinin
değişmezliğini benimseyen“Gelenekçi Masonluk” ile liberal bir bakışla
değişime açık olan “Özgür Masonluk” iki farklı örgüt bünyesinde
çalışmaya başlamışlar.
Biz yani Özgür
Türk Masonluğu’nu temsil eden Büyük Mason Mahfili Derneği, eş deyişle
Özgür Masonlar Büyük Locası, 6 farklı bölgede 40’ı aşkın çalışma birimi
ile kardeşlerimizin düşünsel gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Bireysellikten
kurumsallığa, kurumsallıktan ulusallığa, ulusallıktan küreselliğe ve
küresellikten de evrenselliğe giden açılımda hiçbir ayırım gözetmeden
tüm insanlara saygı duyuyor ve tüm canlılara hatta canlı cansız tüm
varlıklara karşı taşıdığımız insan olma sorumluluğunun tarih sürecinde
giderek arttığına inanıyoruz!
Masonluk nasıl bir şeydir?
Aile
bireylerini karşılıksız severiz. Annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz,
çocuklarımız sevgimizi cömertçe sunduğumuz yakınlarımızdır. Kendimize
yakın hissettiğimiz diğer insanlar gibi... Peki onları böylesine
severiz de, bir çıkar ilişkisi içinde olmadığımız insanlara, tüm
insanlığa neden sevgi duymayız? Hiç tanımadığımız hatta hiç
tanıyamayacağımız insanları neden sevmeyelim? Onların da bizim gibi
duygu ve düşünceleri olduğunu, sevmeye sevilmeye muhtaç olduklarını
hatta belki de bize çok benzediklerini neden göz ardı edelim?
Tanımadığımız insanları neden ezmeye, incitmeye, onların önüne geçmeye,
kendi doğru bildiklerimizi kabul ettirmeye ya da hor görmeye
kalkışalım?
Galiba
insanın diğer insanlarla ilişkilerinde en önemli çatlak, salt kendi
çıkarını gözetme isteğinden kaynak buluyor. Çıkara dayalı ilişkiler
bizi acımasız, kıyıcı ve bağnaz yapıyor. Dar açılı, edilgen , yüreksiz,
körü körüne her şeye inanan, algılayamayan, sorgulayamayan,
yargılayamayan, sadece kısa vadeli çıkarları doğrultusunda boyun eğen
insanlar ne kadar çok çevremizde. Çıkarımız için yok ediyoruz.
Çıkarımız için kandırıyoruz. Çıkarımız için kanmaya hazırız. Çıkarımız
için savunuyoruz. Çıkarımız için haklı görünmeye çalışıyor, kendimizi
kandırıyor, “herkes böyle” diyerek avunuyoruz! Çıkar kavgası birey,
kurum ve ulus boyutlarından taşıyor küresel boyutlara ulaşıyor!
Çıkar
ilişkilerinde kim acımasız?... Başkasına kendisine verdiği değeri
vermeyen! Onu ezmek, sindirmek, elinden lokmasını almak, onu yok ederek
üstün olmak isteyen! Uzlaşılara kapalı olan! Ben bilirim diyen! Dediğim
dedik diyen! Paylaşmam diyen! Sömürmek isteyen! Bunun için ne yapılıyor?... İnsanlar zayıf, bilgisiz ve dirençsiz bırakılıyor; eziliyor! İnsanlara
kıyıcı, hoyrat ve sevgiden uzak davranılıyor. Düşünceleri bastırılıyor.
Özgürlükler yok ediliyor, bağnazlıklar egemen kılınıyor. Beden yaşasa
da, akıl öldürülüyor! Çıkar ilişkilerinde kaybedenler sayısal olarak
çoğunlukta. Ama düşünmeyen, sorgulamayan, kolay kandırılan ve hep
yitirip neden yitirdiğini algılayamayan çoğunluklar!...
Peki doğadaki
temel yasa, kuvvetlinin zayıfı ezmesi mi? Öyle olsaydı kimileri zayıf,
kimileri güçlü milyonlarca canlı birlikte ve doğa yasalarıyla uyumlu,
yaşama becerisi gösterebilir miydi? Varlığın sürmesi doğal gerçeklere
uyumun bir sonucu değil midir? Doğal gerçek nedir? Doğa yasalarını
nasıl kavrarız? Bilim nedir? Bilimsel bilgi hangi yöntemle elde edilir?
Bilimsel bilgi nasıl gelişir? Buradan aldığımız dersleri aklımızla
nasıl değerlendirebiliriz? Aklımızı kullanmamız neden çok önemli? Aklın
ve duygunun bileşkesinde nasıl bilgeliğe ulaşabiliriz?
Bilge olmak,
çıkarı yok saymak anlamına mı gelir yoksa çıkar ilişkilerinde
başkalarının önüne geçmeden eşitlikle ve kardeşçe olanakları paylaşmak
mı? Bunun için kendisini, diğer insanları ve evreni akılla kavrayıp
bilimle değerlendirmek gerekmez mi? Akıl ve bilim, özgürlüğün olmadığı
yerde gerçeklere ulaşabilir mi?
Özgürlük, özgürce düşünme
anlamına geliyorsa, bunun en büyük engeli de dogmalar, bağnazlıklar ve
önyargılar! Bir başkasının bizim için düşünmesine gereksinme duymamalı,
kendi adımıza düşünmeliyiz! Ama bunun için yetkinleşmek gerekir! Yetkinleşmek
nedir? Aydınlanmak, çağın önünde olmak, tüm insanlar için barış ve
mutluluk istemek ve bunun için çalışmak! Çalışmak düşününün eylemdeki
özgürlüğü değil mi?
Her şey barış ve
mutluluk ortamında; uyum, güven ve sevecenlikle yaşamak için! Masonluk
insan doğmanın ve insan olmaya çalışmanın onurunu yüceltiyor. Bizi öz
varlığımıza, parçası olduğumuz insanlığa, paylaştığımız dünyaya ve
evrenin sonsuzluğuna saygılı olmaya çağırıyor!
Masonluk tüm
insanların barış ve mutluluğunu amaçlıyor. Bunun için gelişmek
gerektiğini öğütlüyor. Gelişmek için de gerçekleri araştırmanın ve
çalışmanın önemine değiniyor. Bütün bunlara kısa insan ömrünün
yetmeyeceğini biliyor. Ancak bu yolda atılan küçük adımların, insan
ömrüne anlam katan bireysel gelişmeler doğuracağını öngörüyor.
Kendiliğinden gelişebilmeyi bireysel ve toplumsal mutluluğa erişebilmek
için yetersiz buluyor. Tüm insanların sevgiyle el ele verecekleri ve
hep daha uyumlu, daha aydınlık ve daha mutlu yarınları hedefleyecekleri
bir dünyayı özlüyor. Sevecenlikle başlayıp umutla süren toleransı,
kendisine gösterilmesini istediği saygıyı başkasına da göstermeyi ve
alçak gönüllülüğü, insanların birbirlerini sevmeleri için gerekli
görüyor. Bilimin, aklın ve duyguların özgürce gelişmesini savunuyor,
bunların bileşkesinde oluşan bilgeliği yetkinlik için gerekli buluyor.
Gerekli buluyor ama yeterli bulmuyor. Bilgece tasarımların söyleme
dönmesini, söylemlerin yürekli eylemlerle yaşama geçmelerini ve her
eylemde erdemli olmanın güzellikler üretmesini bekliyor. Tüm insanların
barış ve mutluluğuna giden yolun böylece aşılabileceğine inanıyor.
Mason olmaya çalışan kişi, yaşam süresi yeterli olmasa da, insan olma
ve tüm insanlara sevgi beslemenin onuruyla bu ülküyü yüreğinde ve
beyninde özenle besliyor, yetkin insan olmaya çalışıyor!..
Masonluk
felsefesel, dinsel, siyasal, toplumsal ya da bir başka öğretiye, eş
deyişle doktrine, bağlı değildir. Hiçbirinin yandaşı olmaz ve hiçbirini
yaymaz. İnsanların barış ve mutluluğuna yönelik olmaları koşuluyla
hepsini saygı ile karşılar. Hiçbir doktrinin izleyicisi olmayan
Masonluk, hiçbir doktrine karşı da değildir. Bu konularda kendi üyeleri
de dahil olmak üzere insanların kendi vicdanları ile baş başa
bırakılmalarını ister.
Mason olmak,
“simgesel anlamda” yetkin insan olmak demektir. Art niyetsiz,
toleranslı, sevecen, dogmalara kapılmamış, sorgulayan, bilimsel yönteme
güvenen, laik düşünceli, özgür, yürekli, kardeşçe ve eşitlik içinde tüm
insanları kendisine eşdeğer gören, alçak gönüllü, geniş ufuklu, sonsuz
umutlu, kendisini de eleştirebilen, gerçeklerin peşinde hep sorgulayan,
aydın ve aydınlık insan!...
Irk, dil, din,
inanç, cinsiyet, mezhep, bağlılık, bağımlılık, sosyal sınıf, parasal
güç, bedensel noksanlık ve benzeri farklılıkları gözetmeden tüm
insanları sevebilen, onların barış ve mutluluğu için çalışabilmek
amacıyla kendisini geliştirmeye çabalayan ve kim olursa olsun insanlara
yüreğindeki sevgiyi, aklındaki bilgiyi, kişiliğindeki ilgiyi sunmaya
çalışan insan ! Aslında hepimiz, farklı boyutlarda masonca davranışlarla uyumlu değil miyiz?
Peki öyleyse, kötülük bunun neresinde?
|